Müjde Işıl- Bu sene yerli ve yabancı filmlerin Altın Lale için birlikte yarıştığı İstanbul’da “O Da Bir Şey Mi”, En İyi Senaryo Ödülü’nü kazandı, En İyi Film Ödülü ise yabancı filme gitti. Sadece beş ay sonra ise Adana Altın Koza Film Festivali’nde almadık ödül bırakmadı neredeyse. Ama kazandığı sekiz ödül içinde En İyi Senaryo Ödülü yoktu bu sefer de. Senaryonun en iyi olması, filmi de en iyi yapmalı ya da tersi. Ama ödül sistemlerinde ve jüri seçimlerinde dengeler değişebiliyor.
Ayakta kalmak
Biz “O Da Bir Şey Mi”ye dönelim. Pelin Esmer, iki karakter öne çıksa da yan karakterlerin ağırlığını hissettirdiği, katmanlı bir senaryoya imza atmış. Film bizi Aliye adında genç bir otel çalışanıyla tanıştırarak başlıyor. İlk sahneden itibaren Aliye ile seyirci arasındaki ilişki, Şehrazat’ın padişah ile iletişimine benziyor. Aliye sürekli yeni hikâyeler kuruyor ve bir önce anlattığı hikâyesini değiştiriyor. Biraz gerçek biraz hayal misali. Hikâyeleri anlattığı kişi ise yönetmen Levent. Hikâye anlatıcılığı bir sinemacı ile bir otel çalışanını buluşturan ortak nokta değil sadece. Otel Efes’in barının müdavimleri de birer hikâye anlatıcısı. Üstelik her birininki de kendine göre ‘film olacak’ cinsinden… Pelin Esmer’in tüm karakterlerini birleştirdiğimizde ‘anlatıcılığa övgü’ olarak nitelemek mümkün filmi. Doğru ya da değil, hayali mahsulü ya da yaşanmış, kendi anısı ya da başkasından duyup kendine mal ettiği fark etmez; hikâyeler bizi birbirimize bağlarken sanatın varlık nedenine güç katıyor. Her anlatıcının aynı zamanda dinleyici olması, bu bağı sımsıkı düğümlerken kıyaslama mekanizmasını devreye alıyor. Her hikâyede karşıdakinin ‘o da bir şey mi, bir de benim hikâyemi dinle’ iddiasının entelektüel yüzü ise sanat ve elbette sinema oluyor.
Filmdeki tüm karakterlerin travmaları var ama Aliye ve Levent’in ortak yaraları ebeveynlerinden kaynaklı. Aliye, Söke’de babasının terk edişi ve annesinin boşvermişliği arasında kendi ayakları üzerinde durmaya çalışırken Levent ise İstanbul’da, çocukken içinden atamadığı annesini kaybetme korkusunun altında ezilmiş hâlde mesleğinden güç buluyor. Aliye anlattığı hikâyelerle ailesine rağmen ayakta dururken Levent ise film çekerek ve annesinin nüktedanlığında dayanak bularak hayata devam ediyor. Hikâyelerin kesişip de bir çatışma ya da zirve noktasına ulaşmaması hayal kırıklığı yaratabilir ama Pelin Esmer zaten öyle bir ivmenin peşine düşmüyor. İyimserlik, umut ve sükunetle sarmaladığı karakterlerinin her şeye rağmen ayakta durduğunu göstermek asıl hedefi.
“Sieranevada”nın görüntü yönetmeni Barbu Balasoiu, daha önce Ercan Kesal’ın “Nasipse Adayız” filminde çalışmıştı. “O Da Bir Şey Mi”de de kamera arkasına geçen Balasoiu, otelinden antik tiyatrosuna, Söke’yi bir masal kentine çevirmiş. Kırmızı perdeli servis penceresinden uzanan el planı ise sinemayı kutsayan bir ‘hayal perdesi’ olarak harika bir iz bırakıyor hafızalarda.

Başarılı oyuncu kadrosu
Aliye’yi canlandıran ve ilk kez bir sinema filminde rol alan Merve Asya Özgür’ün karakteriyle uyumu takdire şayan. Onca yıldız isim olmasına rağmen kadroda, hiçbirinin ağırlığı altında ezilmiyor. Timuçin Esen ve annesini canlandıran İpek Bilgin, ikili sahnelerinde güzel bir uyum yakalamışlar. Nur Sürer hep yaptığı gibi yine eldiven gibi giyinmiş Gülistan karakterini. Mehmet Kurtuluş da kendi hayatının mağdur kahramanı olarak kilit rolünün hakkını veriyor. ‘Karakterini keşke daha detaylıca izleyebilseydik’ dedirten Sermet Yeşil ve kısa rolüyle Şebnem Hassanisoughi de yıldız kadronun öne çıkanları.